...
ADIYAMANLILAR VAKFI'NDAN "YERLİ VE MİLLİ DÜŞÜNCE" PANELİ
Her yıl düzenlediği panellerle önemli konuları masaya yatıran Adıyamanlılar Vakfı, çok önemli bir panele daha imza attı.
Kuruluşundan bu yana geleneksel olarak her yıl düzenlediği panellerle hem ülkeyi hem de Adıyaman’ı ilgilendiren konuları, kendi alanlarında birbirinden değerli bilim adamlarıyla masaya yatıran Adıyamanlılar Vakfı, bu kez “Yerli ve Milli Düşünce Paneli” düzenledi.
Zeytinburnu Çırpıçı Sosyal Tesisleri'nde düzenlenen ve oturum başkanlığını Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Sabri Orman'ın yaptığı panele konuşmacı olarak, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Refik Korkusuz, Prof. Dr. Abdulkadir Ünsal, MÜSİAD eski Başkanı Dr. Ömer Bolat ve Milli Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanı Mehmet Baki Öztürk katıldı.
Yoğun bir katılımla gerçekleştirilen panele Adıyamanlılar Vakfı Başkanı Ramazan Aksoy, Adıyaman Dernekler Federasyonu (ADIFED) Başkanı Abdurrahman Dursun, mütevelli heyeti üyeleri, yönetim kurulu üyeleri, Adıyaman ve Ankara şubeleri yönetim kurulu üyeleri, komisyon başkanları, STK, dernek ve vakıf temsilcileri, bürokratlar, vakfın gönüldaşları ile bursiyerler katıldı.
AKSOY: DAHA İYİSİNİ YAPMAK İÇİN ÇALIŞIYORUZ
Panelin açılış konuşmasını yapan Adıyamanlılar Vakfı Başkanı Ramazan Aksoy, Adıyamanlılar Vakfı'nın amacının öğrencilere yardım etmek oluğunu söyledi.
Kendi alanlarında yetkin isimleri "Yerli ve Milli Düşünce Paneli"nde bir araya getirdiklerini vurgulayan Aksoy," Bilgi birikimiyle kendi dallarında otorite olan, hem kurumlarında hem okullarında çok iyi hocaları size getirdik. Bundan sonrası içinde 'daha fazla nasıl faydalı oluruz' düşüncesiyle çalışmalarımız sürüyor. İnanıyorum ki bu panel maksimum derecede fayda sağlar" ifadelerini kullandı
ÖZKARTAL: "YERLİ VE MİLLİ DÜŞÜNCENİN ANA TEMASI ÇANAKKALE RUHUDUR, 15 TEMMUZ RUHUDUR”
Adıyamanlılar Vakfı Kurucu Üyesi ve bir önceki başkanı Ömer Özkartal ise paneli düzenlemek için komisyon olarak çok çaba sarf ettiklerini anlattı.
Özkartal şöyle konuştu:
"Vakıfçı olmak, Adıyaman'dan gelip İstanbul'un tarihi surlarının yanında bir panel düzenlemek, aslında bir insana gurur veren, onur veren en güzel bir işlemdir. Dertli insan olarak, bir şeyler yapabilmenin gayreti içinde olduğumuz için sizlerle buradayız. ‘Yerli ve milli düşünce’nin ne kadar önemli olduğunu, ne kadar iyi olduğu hepimizin malumu. Her alanda, tarımda, ekonomide, sanayide iktisatta, sağlıkta ‘yerli ve milli’ olmanın özlemi hasreti aslında hepimizin içinde. Özetinde, aslında ‘yerli ve milli düşünce’nin ana teması Çanakkale ruhudur, 15 Temmuz ruhudur. Eğer Çanakkale olmasaydı şuanda ülkemiz yoktu. 15 Temmuz'da birlik beraberlik ruhu olmasaydı yine ülke diye bir şey yoktu şimdi. O nedenle ‘milli ve yerli’ olmanın, öyle düşünmenin, kendimize güvenmenin, ülkemizin, vatanımızın her birimizin namusu olduğunu anlamanın erdemliliğine ulaşmak için ‘milli ve yerli düşünce’ bana göre bütün üniversitelerde öğrencilere ders olarak okutulmalı."
GÖKSU: “İSTANBUL'U İSTANBUL YAPAN BU TÜR PANELLERDİR, KÜLTÜREL FAALİYETLERDİR”
Adıyamanlılar Vakfı Kurucu Genel Sekreteri ve Mütevelli Heyeti Üyesi Mahmut Göksu, bursiyerlere seslenerek, İstanbul'da okumanın bir ayrıcalık olduğuna dikkati çekti. Kültürel faaliyetlerin önemine vurgu yapan Göksu şöyle devam etti:
"İstanbul'u İstanbul yapan bu tür panellerdir, kültürel faaliyetlerdir. Tarihiyle, kültürüyle, İstanbul'un diğer yücelikleriyle iç içe olduğunuz zaman İstanbul'un ayrıcalığını, İstanbul güzelliğini doya doya yaşarsınız. Sonuçta her şekilde olan iyidir. Soysal çevre, sosyal sermaye sizler için çok önemli. Bu güzel abilerinizi bu güzel günde tanımak özellikle geleceğinizde çok güzel hatıralar olarak yer tutacaktır."
DURSUN: “İSTANBUL VE TÜRKİYE İÇİN ÇOK ÖNEMLİ BİR PANEL”
ADIFED Başkanı Abdurrahman Dursun ise Adıyamanlılarla birlikte çok daha büyük işlere imza atacaklarını dile getirdi.
"Yerli ve milli düşünce' adı altında, İstanbul için, Türkiye için, Adıyaman için, hepimiz için son derece önemli bir panel düzenledik" diyen Dursun şunları kaydetti:
"Bu panelde öğrencilerimiz de burs vesilesiyle burada oldular. Geleceğimizin ve vakfımızın teminatı onlar. Vakfımız gençlerimizden bu güne kadar büyük bir beklenti içerisinde oldu. Vakıf meclisi olduğu için bunları ifade etmek gerekir, bugüne kadar yapılan faaliyetlerde bu verimi alamadık ama bundan sonra ‘milli olmak yerli olmak’ tezi üzerinden gidersek onlardan da bu sürece katkı vermelerini, bu sürecin içerisinde gönülden bulunmalarını rica ediyoruz. Çünkü onların gücü, enerjisi olmazsa vakıf bir üst kademeye taşınamaz."
PROF. ORMAN: “BİR ZAMANLAR İLİM VE FİKİR DÜNYASININ MERKEZİ İSLAM DÜNYASIYDI”
Oturum başkanlığını yapan Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Sabri Orman, Adıyamanlılar Vakfı'nın "milli ve yerli" bir kurum örneği olduğunu belirtti. İnsanların ve ülkelerin geleceğinde eğitimin önemine dikkati çeken Orman, şu ifadeleri kullandı:
"Eğitim alanı en önemli alan çünkü insanımızın meşrebi, kalitesini orası belirliyor ve her şeyin merkezi de insandır. Orada işler düzgün olmadığı zaman başka yerlerin üzgün olmasına imkân yoktur. Kabul etmek lazım ki, en başarısız olduğumuz konulardan bir tanesi de eğitimdir. Mevcudu takdir etmekten kaçınmamamız lazım. Hepimiz bir yerdeysek mevcut eğitimin de oynadığı bir rol vardır. Ama iyisine sahipsek daha iyisini de talep etme hakkımız vardır. Daha iyiyi talep ederken iyiyi de takip etmek lazım. Bir zamanlar ilim ve fikir dünyasının merkezi İslam dünyasıydı. Düşüncelerin en kalitelisi, ilmi keşiflerin en önemlileri İslam dünyasında vücut buluyordu. Fakat ne olduysa oldu bir yerlerde bir şeyler aksadı ve eğitim alanında geriye düştük."
PROF. ÜNSAL: TÜRKİYE SON 15 YILDA ÇOK BİR YERE GELDİ
Panelde sağlık alanında konuşan Prof. Dr. Abdulkadir Ünsal ise, Türkiye'nin son 15 yılda bu alanda çok iyi bir yere geldiğini aktardı. Bugün Türkiye'de çok sayıda araştırma hastanesi olduğunu hatırlatan Ünsal, sağlığın bilim ve teknolojiyle ilişkili olduğunu kaydetti.
Ünsal, şöyle devam etti:
"Sağlık alanında pek çok tıbbi cihazımız yurt dışından getiriliyor. Türkiye, sadece bölgesinde değil Dünyada da iyi bir yere geldi. Sağlıkta gerçekten büyük bir dönüşüm oldu. Hizmet alanında çok ciddi mesafeler kat edildi. Özellikle Sağlık Bakanlığı sağlık hizmeti yürütme anlamında üniversitelerin de önüne geçmiş durumda. Sağlığın ulaşmadığı hemen hiçbir yer yok. Artık ilçelerde bile büyük hastaneler yapıldı. İstanbul'da birçok eğitim ve araştırma hastanesi var. Sadece sağlık hizmeti değil aynı zamanda eğitim de veriyorlar ve Türkiye'nin her yerinde çalışacak doktorlar yetiştiriyorlar. Şu anda Sağlık Bakanlığı'nın 100'e yakın eğitim hastanesi var. Sağlık teknolojisi de önemli. Bilim ve teknoloji üretmek çok kolay değil. Bunun için çok ciddi alt yapı gerekiyor. Laboratuvar kurmanız lazım, çok ciddi çalışma yapmanız lazım. Ülkemiz bu alanda mesafe kaydetmek durumunda. Aynı zamanda teknoloji firmalarının da üniversitelerle işbirliği yapıp bu cihazların kurulması konusunda gelişme kaydetmesi gerekiyor. Gelişmiş ülkelerde üniversite sanayi teknoloji işbirliği ile yeni cihazlar üretiliyor. Bunlar da artık revaçta olmaya başladı. Samsun, Yalova, Kocaeli bölgelerinde çeşitli firmalar var. Bunlar güç birliği yapıp yurt dışından artık ihale de almaya başladılar. Şu anda Batı ülkeleri, özellikle Amerika, tıp bilimi konusunda çok ileri. Biyomedikal alanı bu konuda çok önemli. Batı'dan aldığımız her şeyi kendimiz üretebiliriz. Nitekim askeri alanda bunu gördük. Almakta zorlandığımız zaman kendimiz üretebiliyoruz. Kişisel olarak çok çalışmamız gerekiyor. Herkes neyle ilgileniyorsa küçümsemeden çok çalışmak gerekiyor. Ayrıca kuruluşların, derneklerin de güçlerini birleştirmeleri gerekiyor. Başka türlü ‘yerli ve milli’ olmak kolay değil. Yabancı ülkeler gerçekten çok çalışıyor."
BOLAT: “DİLİNİZİ KORUYACAKSINIZ, DİLİNİ KORUYAMAYANLAR DİNLERİNİ DE KORUYAMAZLAR”
Panelde ekonomi alanında söz alan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) eski başkanı ve Albayrak Grubu Üst Yöneticisi (CEO) Ömer Bolat, üretimde "yerli ve milli" unsurlara dikkati çekti.
Milli ve yerli düşüncenin kendine güvenmek, çalışmak, üretmek, yatırımda, üretimde milli ve yerli unsurları öncelemek anlamına geldiğini söyleyen Bolat, "milli ve yerli" ekonomide gençlere büyük görevler düştüğünün altını çizdi.
İnsanlar, şirketler, şehirler, ülkeler arasında rekabet olduğunu dile getiren Bolat şöyle devam etti:
“Bu rekabette geri kalmamak istiyorsanız önce kendi benliğinize ve kimliğinize sahip olacaksınız, dilinizi koruyacaksınız. Dilini koruyamayanlar dinlerini de koruyamazlar. Dilinizi korumanın yanında dünya dillerine de hakim olacaksınız, onlarla mücadele edebilmek için. Yerli ve milli düşünceye sahip olmak, aynı zamanda yerli ve milli düşüncenin kurumların da varlığını gerektirir. Kurumlar vasıtasıyla da kuralları benimseyip uygulatmak gerekiyor. Son 15 yılda Türkiye'de, ekonomide, sağlıkta, eğitimde yerli, milli ve halkçı düşünce egemen oldu. Sosyolojik anlamda bir devrim başarıldı. İnsanlar arasında sınıfsal ayrım kaldırıldı, kamu hizmetlerinden herkesin eşit faydalanması sağlandı. Üretimde, yatırımda daha fazla yerlilik için çalışmalar, projeler yapıldı. Ekonomide yerlileştirme projesi cari açığı azaltmak için yapılmaya gayret ediliyor. MÜSİAD ve benzeri kuruluşlar büyüdü. Anadolu'da binlerce kuruluş, STK, vakıf gelişti. Bunlar insanın özgüvenini yükseltti. Anadolu'nun en ücra köşesinden birisi artık işadamı, bürokrat, siyasetçi olabilir vizyonuna sahip oldu herkes. Üretimde de, tüketimde de, marka olayında da yerli ve milli bilince sahip olmamız lazım. Önce kendimizde başlamamız lazım. Yabancı ve Batı hayranlığı önümüzdeki en büyük tehlikedir. Batı'nın üretimini hayranlıkla karşılayalım değerlerine ve tüketimine değil, onların çalıkanlığına, gelişmesini alalım, kopyalayalım. İsraf ve tüketim kültürlerini almaya kalkarsak sonumuz felaket olur. Gençler için bu tehlike daha da büyük. Milli, yerli, sivil düşünce, önce Türkiye anlayışı, hepimizde olması gereken bir şey. Ama vizyonumuz uluslararası olacak. Marka anlayışına da dikkat edelim. Türk mallarına güvenebilirsiniz. 12 bin kalem Türk malı 200 ülkeye ihraç ediliyor.Türkiye'nin ihracatının önemli bir kısmı sanayi ürünü. İhracatımızın yüzde 52'si Avrupa Birliği ülkelerine gidiyor. Marka hayranı olan gençlere sesleniyorum; Batı hayranlığını kompleks haline getirmeyelim. Allah bizi Müslümanlıkla lütuflandırmış, bundan daha iyi bir üstünlük olamaz. Kendimize, kendi değerlerimize, kendi markalarımıza güvenelim. Eğer ihracatımızın yüzde 52'sini zengin Avrupa Birliği pazarlarına yapabiliyorsak ve ihraç ürünlerimizin yüzde 93'ü sanayi ürünleri ise kendi ürünlerimize sahip çıkacağız. Yabancı mal hastalığı olmamalı. Yurt dışına çıkın, öğrenin ama yurda dönerek ülkemiz için üretin. Dışarda mavi boncuk dağıtmıyorlar. Türkiye yüzde 7,4 ile dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. 1 milyon 683 bin kişiye son bir yılda istihdam sağlandı. Dünya krizi 2008'de ABD'de ve Batı Avrupa'da çıktı. Osmanlının son döneminden beri Türkiye'de çok sayıda darbe oldu. ‘Aydın’ denilen bir grup bu darbeleri alkışlar. Medyanın batı yanlısı jakoben olanı darbelere davetiye çıkarır ama darbelerden sonra nemalanırlar. Kaybeden hep halk olmuştur, ekonomi olmuştur. Halk, ilk defa 15 Temmuz'da özgürlüğe, demokrasiye sahip çıktı. Bu da sosyolojik dönüşümün başarısıdır.”
ÖZTÜRK: “YERLİ VE MİLLİ ANLAMDA BİR YENİ KURGUNUN AREFESİNDEYİZ”
Panelde, eğitim alanında konuşan Milli Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanı Mehmet Baki Öztürk ise yerli ve milli eğitim anlayışında en temel paradigmanın, akıl ve kalp olduğunu dile getirdi.
Dünyanın ilk 20 ekonomisi içerisinde olan, ilk 10 ekonomisini de kendisine hedef seçmiş Türkiye'de eğitimin çok önemli bir kaldıraç olduğuna vurgu yapan Öztürk, şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye, dünyada bilimsel makale üretmede 17.sırada, ama bunun patente, markaya, inovasyona dönüşmesinde 92. sırada. Bunu yeniden ayağa kaldıracak olan kaldıraç yine eğitim. İnsanların aldıkları eğitim arttıkça daha mutsuz bir dünyaya doğru gidiyoruz. Eğitim arttıkça, insanların daha mutlu olmaları gerekirken giderek daha fazla doyumsuz, daha fazla mutsuz oluyorlar. Aralarında böyle bir çelişki var. Bu çelişkilerden yola çıkarak ‘yerli ve milli’, hatta bütün insanlığa bu paradoksu düzeltebilecek bir nefes, bir ruh olma gibi çok kritik bir zaman dilimini yaşıyoruz. Aslında insanlık çok ciddi bir küresel kriz yaşıyor. Bu küresel ahlak, değerler krizidir. Bunu düzeltecek olan da yine eğitimdir. ‘Yerli ve milli’ eğitim mantalitesi dediğimiz şeyin sabitleri var, değişmezleri var. Bütün insanlık için fıtratına uygun bir boyutu var, bir de günceli var. Batı'nın ürettiği temel düşünce paradigması akıl eksenlidir. Kalbi ihmal ederek aklı tanrılaştırmak insanlığın toslayabileceği en büyük duvarlardan bir tanesidir. İşte ‘yerli ve milli eğitim’ başlığında en temel paradigma akıl artı kalptir. Hatta bizim medeniyetimizde akıl kalpte bir nur gibidir diye ifade edilir. Yerli ve milli anlamda bir yeni kurgunun arifesindeyiz. Yeni bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İşte bu temel bakış açısı, 11. Temel Kalkınma Planı çalışmaları var şuan, bu çok yoğun bir şekilde orada tartışılıyor. Artık, aklın artı kalple eğitimin yeniden tanımlanması, yeniden ifade edilmesi, yeniden kavramsallaştırılması ve insanlaştırılması gerekiyor. Bu, bütün insanlık için gereklidir. Kadim medeniyetlerin beşiği olan bu topraklar da bu insanlığın düştüğü küresel ahlak krizini de aşabilecek potansiyele ve o çok yüksek müktesebata da sahiptir. Eğitimin yeniden konuşulduğu bir dönemde bu konuların da gündeme gelmesi, ‘yerli ve milli’ anlamda çok değerli bir şey. İçinde ahlak, değer yoksa, eğer erdem, insani değerler yoksa gönül dünyasındaki zenginlik yoksa aldığınız eğitim sizi ancak şeytanlaştırır. Yerli ve milli eğitim bu mantalite üzerine oturmalı, oturacak. Bunun için çalışıyoruz.”
PROF. KORKUSUZ: HUKUKTA MİLLİLİK, DÜNYANIN EN ZOR ŞEYİ
Hukuk alanında söz alan , İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Refik Korkusuz, hukukta milli olmanın zorluğuna işaret etti. Birçok alanda olmasına rağmen milli olmanın hukuk için zor olacağının altını çizen Korkusuz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hukukta millilik dünyanın en zor şeyi. Araçta, uzay mekiğinde millilik olabilir ama hukukta millilik çok zor bir olay. Çünkü sizin dışınızda bir dünya var, konulan kurallar var ve bu kuralların dışında yaşama şansınız yok. İhracat, ithalat yapacaksanız o kurallara göre hareket etmeniz gerekiyor. Bankacılık sektöründe çalışacaksanız o kurallara göre hareket etmek zorundasınız. Evrensel ölçütlerde, hukukun genel ilkeleri noktasında çalışan herkes şunu bilirki çağlar boyu Müslüman hukukçuların geliştirdiği, zaman zaman bazı Romalı hukukçuların, zaman zaman da Batılı hukukçuların katkı verdiği kurallar bütünüdür. Özde Müslüman hukukçuların geliştirdiği bir hukuk, temel hukuk metinleridir. Bu anlamda, bu kavramların hepsinin milli olduğunu kabul etmek zorundayız. Mecelle'yi okuyan herkes ilk 100 maddenin hukukun genel prensipleri olduğunu bilir. Bu kaideler hem evrenseldir hem de millidir. Bugün hukukun genel prensipleri ile ilgili çalışma yapan herkesin başvurduğu bir kaç temel kanun var ki bunlardan biri de Mecelle'dir. Dünyada hukuk kuralları iki temel hukuk sistemi üzerinde inşa olunur. Dünyada gelişen hukuk sistemini bileceksiniz ama kendi kimliğinizi de hiçbir şekilde unutmayacaksınız. Kimliğinizi insanlığın ortak hizmeti için ortaya koyacaksınız.”
Panel, toplu fotoğraf çekimi ile son buldu.
Haber: Yusuf Atlıhan