Adıyaman Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fikret Mazı, Adıyamanlılar Vakfı Adıyaman Şubesi ve Adıyamanlılar Gençlik ve Spor Kulübü Derneğinin düzenlediği seminerde, Başkanlık Sistemini anlatı.
Adıyamanlılar Vakfı Adıyaman Şubesi ve Adıyamanlılar Gençlik ve Spor Kulübü Derneği tarafından düzenlenen seminere katılan Adıyaman Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fikret Mazı, Başkanlık Sistemini anlatı.
Adıyamanlılar Vakfı Adıyaman Şubesinde yapılan toplantıya Adıyamanlılar Vakfı Adıyaman Şube Başkanı Murat Demirkol, Adıyamanlılar Vakfı Adıyaman Şube Başkan Yardımcısı Mustafa Akbaş, Sağlık Komisyonu Başkanı Mehmet Emin Taş, Genel Sekreter Muhammed Yetkin, Kültür Komisyonu Başkanı Hakan Özöncel ve Adıyamanlılar Vakfı Adıyaman Şubesi üyeleri katıldı.
Sorunları Teke İndirerek Çözmenin Adı: Başkanlık Sistemi
Adıyaman Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fikret Mazı yaptığı konuşmada, “Türkiye’de belli periyotlarla gündeme gelen başkanlık sistemi, yeni anayasa çalışmaları nedeniyle yine tartışma konusu yapılmaktadır. Son 40 yıldır ülke olarak maruz kaldığımız siyasi istikrarsızlık ve yasama ile yürütme organları arasındaki dengenin bir türlü sağlanamayışı, her on yılda bir karşılaştığımız askeri müdahaleler, siyasi bunalımları takip eden ekonomik krizler, ideolojik yaklaşımlar sonucu yaşanan siyasi kutuplaşmalar, kısır çekişmeler sonucu sedece zaman ve kaynak kaybına neden olan koalisyonlar vs. şeklinde sıralayacağımız sorunların temeli güçlü ve istikrarlı bir hükümet olmayışına bağlanmaktadır. Benzer sorunların yaşandığı ülkelerde de çözüm adına başkanlık sistemi alternatifi, tartışma konusu yapılmaktadır. Şu an Dünyada 38 ülkede uygulanmakta olan başkanlık sisteminin, çok partili ve ideolojik yaklaşımlar nedeniyle yönetilememe durumuna düşmüş ülkelerde yeniden değerlendirilmesi, bu sayının daha da artacağını beklentisi oluşturmaktadır. Nitekim Fransa, ülkenin yönetilemez hale gelmiş olması ve Cezayir sorununa çözüm bulunamaması nedeniyle 1965 yılında yarı-başkanlık sistemine geçmek zorunda kalmıştır” dedi.
2007 Referandumu ve Yarı Başkanlık Sistemine Geçiş
Mazı konuşmasının devamında, “Hâlihazırda, Türkiye’de klasik parlamenter sistemin uygulanmadığını en başta ifade etmek gerekiyor. Zaten Osmanlının son dönemlerinde benimsenen sitemin o yıllardaki dış ilişkilerimizin niteliği ve konjonktürün zorlaması nedeniyle kabul edildiği, dolayısıyla ülke gerçekleriyle örtüşmediği de ayrı bir tartışma konusudur. Atatürk, İnönü, Menderes ve Bayar dönemlerinin de gerçekte parlamenter sistemden çok, bir fiili başkanlık uygulaması olduğu yorumları yapılmaktadır. Ayrıca, 2007 yılında yapılan referandum sonucu kabul edilen cumhurbaşkanının halk tarafında seçilmesi durumu da hukuksal anlamda yarı başkanlık sitemine geçtiğimizi göstermektedir. Daha öncesinde 1982 Anayasasında yürütmenin sorumsuz kanadı olan cumhurbaşkanına verilen yetkilerin oldukça fazla olması parlamenter sitemle bağdaşmamaktadır. Kaldı ki Cumhurbaşkanının yetkilerinin sayıldığı 104. madde, anayasanın en uzun maddesini oluşturmaktadır. Buradan da görüleceği gibi fiili olarak parlamenter sistemin uygulanmadığı anlaşılmaktadır. En az yüzde 51 oy alarak seçilecek olan cumhurbaşkanı ile yine seçimle gelecek olan başbakan arasında çatışma çıkması muhtemeldir. Yakın zamanda karşılaşacağımız cumhurbaşkanı ile başbakan arasındaki bu yönetim krizinin çözümü adına da yeni anayasa çalışmaları içerisine başkanlık sisteminin konulmasının normal karşılanması gerekmektedir. Bugün demokratik ülkelerde uygulanmakta olan parlamenter sitem ile başkanlık sitemi arasında var olan farklılıkların iyi anlaşılması ve anlatılması gerekmektedir. Gerçekte her ülkenin özel durumuna, tarihsel gelişimine ve dokusuna göre uyarlama olanağı bulunan başkanlık siteminin güçlü ve istikrarlı hükümetleri iktidara getiren bir sitem olduğunda kuşku yoktur. Sistemin temel mantığı yasama ve yürütmenin sert bir şekilde ayrışması ve birbirlerine karışamıyor olmasıdır. Güvenoyuyla düşürülme tehlikesine maruz kalmayan yürütme organıyla, fesih tehlikesi yaşamayan yasama organı güçler ayrılığının teminatını oluşturmaktadır. Halkın doğrudan doğruya başkanı seçmesi nedeniyle, parlamenter sisteme göre daha demokratik bulunan başkanlık sitemi, hesap sorulabilirlik açısından ve önceden bilinebilirlik açısından da daha avantajlı bir sistem olarak değerlendirilmektedir. Dar bölge seçim sisteminin uygulandığı başkanlık siteminde parti disiplininden uzak daha bağımsız, halkın teveccühüne mazhar, sorunlara vakıf milletvekillerin seçilmesine olanak sağlanmakta, dolayısıyla yürütme organına karşı denge ve güvence oluşturan bir yasama organı ortaya çıkmaktadır. Bütçenin onayının parlamentodan geçirilmesi zorunluluğu bile tek başına, başkanın keyfi uygulamalarının önüne geçecek bir araçtır. Kabul etmek gerekirki halkın karşısına 2. defa seçilmek için gelecek olan başkan, başarılı icraat yapabilmek için iyi bir bütçeye sahip olmak zorundadır. Bu da halkın temsilcilerinden oluşan yasama organının hassasiyetlerini dikkate almakla olur. Buradan hareketle başkanlık siteminin kişiselleşmeye hatta diktatörlüğe yol açacağı endişesinin yersiz olduğunu ve konunun basite indirgendiğini söyleyebiliriz. 4 yılda bir yapılacak olan seçimler sonucu halkın beğenisini kazanamayan başkan iktidardan gidecektir. En azından yüzde 50 ye yakın oranda seçmen desteği almak zorunda olan başkanın, yine birçok konuda yasama organının onayını almak zorunda olması onu demokratik olmayan eğilimlerden alıkoyacaktır” diye konuştu.
Türkiye Modeli Başkanlık Sistemi Ne getiriyor?
Başkanlık sisteminin ayrıntılarıyla ilgili de bilgi veren Mazı, “ABD’de uygulanan başkanlık sisteminin olduğu gibi Türkiye’de uygulanacağını ileri sürmekte yine bizi yanlış çıkarımlara ulaştırır. Oysa başkanlık sistemi, her ülkenin kendi gerçeğine uygun olacak şekilde evrilebilir. Dolayısıyla olası sorunların da en başından önü alınabilir. AK Partinin öne sürdüğü Türkiye modeli Başkanlık Sistemi üniter yapıdan ayrılmayan tek parlamentolu bir yapıyı içermektedir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin ilerde federatif yapıya yol açacağını öne süren görüşlerin önyargılı bir çıkarım içerdiğini söylemeliyiz. Gerek ABD gerekse Avrupa Birliği ülkelerinde teşvik edilen konuların başında yerel özerklik konusu ya da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusu gelmektedir. Avrupa Birliğinin kabul ettiği yerel özerklik şartı bugün uluslararası alanda en üst ve gelişmiş metin olarak kabul edilmektedir. Türkiye, Avrupa Birliği Özerklik Şartının bazı maddelerine çekince koymak koşuluyla taraf olmuştur. Şartın en temel esprisi hizmette halka yakınlık ilkesidir. Etkin bir kamu yönetimi anlayışını ortaya koymak ve kaynakları daha verimli kullanmak için yerel yönetimlerin geliştirilmesi zorunlu görülmektedir. Bu bağlamda konuyu bölünmeye kadar götürmenin bir saptırmaca olduğunu görmek mümkündür. Seçim siteminin yeniden elden geçirilmesini gerektiren başkanlık siteminde uygulanacak olan dar bölgeli seçim sistemi temsil yeteneği çok daha yüksek milletvekili seçimine yol açmaktadır. Böylece daha az disiplinli ve esnek bir parti sitemini de beraberinde getirmesi partilerimizin ideolojik yapılarını da kıran bir özellik taşımaktadır. Dolayısıyla hem seçim sitemi hem de parti yapısında ortaya çıkacak olan değişimlerinde sitemin sağlıklı işlemesine imkan verdiğini gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Kitle iletişim araçlarının gelişmesi dolayısıyla sosyal medyanın geldiği konum, eğitim düzeyinin yükselmesi nedeniyle oluşan bilinçlilik düzeyi, demokratik olmayan uygulamaların kabul görmeyeceğinin garantisi olarak görülmelidir. Kamuoyunun önünde cereyan eden tartışmaların sonucunda sağduyulu halkımızın başkanlık sitemine ilişkin kanaati de pekişecektir. Parçalı ve çok partili, dolayısıyla koalisyona muhtaç, zayıf olduğu için medyanın oyuncağı olan hükümetlerin, bulunduğumuz coğrafyada ihtiyaç duyduğumuz güçlü ekonomik politikaların ve dış politikaların uygulanmasına imkan vermemesi dolayısıyla, mevcut hükümet sisteminin değişmesi zorunluluğu kaçınılmaz olarak önümüzde durmaktadır” şeklinde konuşarak sözlerini tamamladı. Haber: Zeynal BOZ-ADIYAMAN